Urfa küncüsü...
BİZLER, o dar taş sokakta oynayan çocuklar, bir avuç küncü (susam) gibiydik.
Yazgının eli, bizi bir boz tarlaya savurdu.
Kimimiz yeşermeden yem olduk kuşlara.
Kimimiz çok şanssızdık, topraksız kayalıklara düştük, filizlenip kök salmadan yandık.
Kimimizi öldürdü güneşsizlik.
Kimimiz uzaklara sürüklendik yel aldı, daha geçen gün gazetede vardı:
"Alaska’da bir Urfalı..."
Kimimiz postallar altında ezilip hayallerimizden ve sevdalarımızdan çok çok erken ayrıldık.
Bizim kuşağımız da tıpkı öbür kuşaklar gibi, bir avuç küncüydü, bir boz tarlaya savrulduk.
*
Benim şansım vardı.
Bir yağmur tanesine denk geldim.
Gövdesiz, gölgesiz, cılız, sadece bir mevsimlik bir küncü otu gibi olsam da, Urfa küncüsüyüm ben.
O toprak, o hava, o tarla...
Ama en çok da şimdi dar taş sokaklarda oynayan o minik küncü taneleri benimdir.
Elbette yarım asır öncenin dahi Urfa’sını yerinde bulamadığımda... Bir büyük medeniyetin yerini ortaçağ görüntülerinin aldığını gördüğümde... Su geldikçe kültürün kuruduğunun, ışık geldikçe yaşamın karardığının farkına vardığımda...
Söylenirim, canım sıkılır.
Yobazlar kızsa da, kızmasa da...
Alınan Urfalılar benim geceleri başımı yastığıma koyduğumda, Sumeydanı’ndaki o dar taş sokakta, kızların tıkır tıkır takunya sesleri arasında, telden arabamı hálá sürdüğümü nereden bilecekler.
Kimi zaman yaklaşan bir çıngırak sesi gelir, tel arabamı kapıp kaçarım çöpçü katırının önünden.
Kimi zaman saklanırım, korktuğum Deli Emine’den.
Kimi zaman köşedeki fırıncının densiz çırağıyla kavga ederim, ben peltek, o şaşı.
Kimi zaman dondurmacının, kimi zaman pamuklu helva satıcısının sesini duyarım.
Kimi zaman bir de bakarım ki özlemişim taşını-toprağını, ıslanır gözüm.
Ne yapabilirim?
Ben Urfa küncüsüyüm.
Bekir COŞKUN