Dünyalıktan nasibi cömertçe verilmiş, ancak gönül fakiri cimri bir adam vardı. Bir gün bu adam camiye gitti. Tam namaza başlarken, “Acaba evden çıkarken kandili söndürdüm mü?” diye düşündü. Hemen evine koşarak kapıyı çaldı. İçerden ses veren hizmetçiye: “Sakın kapıyı açma... Odada kandil yanıyorsa hemen söndür. Kandilin yağı tükenmesin”, diye emretti. Hizmetçi: “Peki, kandili söndüreyim, ama kapıyı neden açmayayım?” diye sordu. Cimri adam: “Kapının tokmağı aşınmasın!” dedi. Hizmetçi cimri adama hatırlatmak istercesine sordu: “Güzel... Kapıyı da açmayayım. Ama sen camiden eve kadar yürümekle pabuçlarının eskiyeceğini düşünmedin mi?” Cimri: “Düşünmez olur muyum hiç... Buraya kadar çıplak ayakla geldim!” Cimrilik insanın dengeyi bozup aşırıya kaçmasıdır. Aşırılıklardan uzak vasat ümmet olmanın gereği orta yolu tutmaktır. Mü’min, Kur’an’ın ifadesiyle ne elini boynuna bağlayıp cimrilik eder, ne de çok saçıp savurarak müsriflik yapar (İsra, 17/29). O, bu ikisinin arasında dengeyi yakalayan kimsedir. Çalışır kazanır, Rabbinin nasip ettiğine kanaat eder. Kendisine rızık olarak verilenlerden infak eder.