İbrahim Halil ÇELİK
Urfa’dan oğlum Muhammed Fatih aradı: “Baba! Niyazi amcayı hastaneye kaldırmışlar. Çok hastaymış. Yoğun bakıma almışlar onu, bilginiz olsun!“ dedi üzülerek. Ben de hemen oğlu Osman’ı aradım. Osman da: “Babam çok ağır hasta İbrahim Halil amca. Hastahaneye kaldırdık. Onu entübe edip , yoğun bakıma aldılar. Dualarınızı eksik etmeyiniz.” dedi hüzünlü bir ses ile. Yürekten dualar ettim şifa bulsun diye Niyazi kardeşime. Çok üzüldüm onun hastalığına , çok ! Onu kısa zaman önce aramış ve uzun uzun konuşmuştuk. Urfa’nın siyasi ahvalını , ekonomik gidişatı ve esnafın durumunu ince ince konuşmuştuk onunla.
O, Urfa siyasetinin çarıklı erkan -ı harbi idi. Niyazi nefes almakta zorlanıyordu. Demek ki, durumu çok ağırlaşmıştı bu kez Niyazi ‘nin.
Dostum , meclis üyem güzel insan Muhtar İsmail Dağbaşı’nı aradım. Ondan Niyazi’nin durumunu sordum. Ona da Halil Soran söylemiş Niyazi’nin hastanede yattığını. Niyazi ile yakinen ilgilenen Adil Saraç’ı da aradım . Adil’de çok üzüntülü idi. Onun da Niyazi’nin bu durumundan haberi varmış. O da oğullarından bilgi alıyormuş. Şimdilik duadan başka yapacak bir şeyimiz yoktu. Dua ile bekliyecektik.
Yıllardır fikirdaşım, gönüldaşım, siyasetteki eskimez yoldaşım , koca Niyazi Dikme ‘ de ağır hasta idi demek . Onu şifa bulur döner aramıza diye bekliyorduk. Daha dün de yine durumunu oğlu Osman’dan sordum. Durum aynı dedi. Bugün oğlum Mikdad Lamih’in mesajından saat 09.24 te vefat haberini okudum ağlayarak.
Demek sende Çüt (çift) Kubbe’den seyredeceksin o çok sevdiğin Halil ül Rahman ile Anzılha göllerini tepeden bakarak. Urfa’da yaraşır bu seyir sana. Demek sen de bu fani dünyada bizi yetim bırakıp o ölümsüzlük alemine hicret ettin. Onun bu ayrılışın beni çok üzdü. Ah ölüm, ah! İnsanların ağzının tadını kaçıran acı gerçek! Sırası gelen bu dünyadan göçecek. İşte vade doldu ve elimizden kayıp uçtu ruhun.
Allah rahmet eylesin.
Mekanın cennet olsun.
Yolun açık olsun aziz kardeşim benim. Kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe olsun.
Daha dün gibi kısa bir zaman önce siyasetin koca yüreklisini , aziz dostum İzzetin Olgun’u yollamıştık o dönülmez sefere. Bugün de seni uğurluyoruz öte aleme. Ruhun gitti dostlarımızın ruhlarının toplandığı o berzah alemine; seni de dostlarının omuzları üzerinde götürüyoruz Çüt Kubbedeki kabrine. Ruhun şad olsun. Bizlerden de selam söyle önden gidenlere. Dünyaya gelmek zaten insanoğlunun öte aleme gidişi için bir pasaport değil midir? Bu dünya da vizen doldu. Bu dünya ahiretin tarlasıdır.
Birden hatırladım seninle geçen o uzun dünümüzü . Ve mazi canlandı birden gözlerimin önünde bir film şeridi gibi :
Niyazi Dikme rahmetliyi çocukluğundan beri tanırdım. O, yerinde duramayan, afacan mı afacan ve oynadıkları her oyunda bile baş olmak isteyen bir karaktere sahipti. Onda akıl dolu koca bir kafa , en ince sesleri duyacak kadar duyarlı iki kepçe kulak , siyah gür saçlarının altında, kömür kalemiyle çizilmiş gür kaşlar ve insanların ciğerlerini okuyacak kadar dikkatlı küçücük iki misket gibi parlayan kara gözleri vardı. Elmacık kemikleri dolgun idi. Niyazi’nin özü ; işte bu dikkatli bakan misket gibi parlak iki küçücük gözlerinde saklı idi.
Niyazi ‘nin babası rahmetli Osman amca ; Urfa’da tanınmış iyi taş ustası ve iyilik sever güzel bir insandı. Biz gençleri de çok severdi. O, Adıyaman’ın tüm güzelliklerini Urfa’da hayatına tatbik etmeye çalışan mümin Kawilerden biri idi. Oğlu Niyazi’yi Urfa’da yeni açılan İmam Hatip Okuluna kendi eliyle kaydetmişti. Osman amca çok mutlu idi bu kayıttan. Afacan Niyazi’yi ancak bu okul zapt edebilirdi onun nezdinde. Bu okulda hem dinini öğrenecek; hem de dünyasını kurtaracaktı Niyazi. Okuldaki öğrenciler arasında bile fırtına gibi idi Niyazi. Onun okuldan arkadaşları Halil Soran, Münip Görgün, Ömer Saatçı , Halil Denek, Hayati Baziki ve Ahmet Özdemir gibi zeki öğrenciler vardı. Bunlarla ölene kadar arkadaşlıkları devam etti Niyazi’nin. Onun bu dönem arkadaşlarından kimi öğretmen , kimi doktor ve de kimi veteriner oldular.
Niyazi Dikme ise, Urfa da esnaflığı seçmişti. Niyazi, Urfa’nın yemek sektörünüm en kıymetli mesleği kebabcılığı seçmişti. O bu dalda da Urfa’da birinci olmak istiyordu. O , Urfa kebapçılarının Dayısı oldu yıllarını vererek sevdiği mesleğine.
Niyazi ; Urfa’nın yurtiçi ve yurtdışında aranan kebabcısı olmuştu.
Niyazi Usta; tezgahında etleri işlerken yüreğini , onları kor ateşte pişirirken sevgisini ve misafirlerine ikram ederken de bir ressam ustalığıyla hareket ediyordu. Niyazi usta kocaman gövdesiyle uçan bir pervaneye idi kebaplarını masalara servis ederken .
Çalışırken onun yüzünden okunan o mutluluk ; kebablarının muhteşem oluşundandı. Onun gözünde para /pul bir mana ifade etmezdi . Dayı Niyazi’ye misafir memnuniyeti daha çok önemliydi. Çünkü bu duygu onu diri tutuyordu. O, salaş mekanına gelenleri müşteri değil , onları birer has misafir gibi görürdü. Onun; Birecik’in Sadrettin Patlıcanlarıyla yaptığı Patlıcanlı Kebabı dillere destan idi. Paşabağı Bahçelerinden gelen Domateslerle yaptığı Domates Kebabı, Kıssas ve Edene’den gelen soğanlarla yaptığı Soğan Kebabı ile Culap ve Cülmen bölgesinden gelen yeşil ve kırmızı acı isotlarla süslediği kebab servisleri görülmeye değer usta bir ressamın elinden çıkan harika tablo gibi idi.
Onun elleriyle hazırladığı terbiyeli Kuşbaşı, Haşhaş (Urfa) Kebabı ile Adana Kebabı ve taze kesilmiş Kuzuların ciğerlerinden yapılan Ciğer Kebabına da diyecek olmazdı ha! Harika birer dürüm olurdu közde pişirilmiş acı kırmızı isotlarla ciğer kebabı.
O; çok titiz ve temiz bir Kebab üstadı idi. Velhasıl onun elinde pişen etler harika birer iştah açıcı şifa iksiri olurdu. O, ömrünü Urfa lezzetine adamış güvenilir bir Kebap Üstadı idi. Onun tezgahına asla yanlış malzemeler giremezdi .
O , gündüzleri Urfa’nın Kara Meydanında ; Hüseyin Paşa Camiin güneyindeki merdivenlerle yukarı çıkılan salaş mekanında ; en az onun kadar usta ve onun terbiyesinde yetişmiş , birer mahir usta olan oğullarıyla , Urfalı ve Urfa’ya dışardan gelen ; misafirlere helal lokma yedirmek için ter dökerlerdi . Onun mekanı tek öğün çalışırdı. Erken gelemeyen onun leziz harika kebanlarından mahrum kalırdı. Ve uzaktan gelipte onun leziz kebabından yemeyen yerli ve yabancı misafirler kendilerini Urfa’ya gelmiş saymazlardı.
Akşamları ise o ; Urfa’nın meşhur birer hayat okulu olan “ Sıra Geceler” inde ; zikir meclislerinde , kültür , edebiyat , şiir, düşünce, fikir, siyaset ve musiki icrasında nasıl beyin ve gönüllere birer manevi gıda sunuluyorsa: O da bunun yanında odalarda toplanan güzide insanların midelerine harika kebablarıyla ziyafet çekerdi. Bunun için de gerekli alet ve edevatlarını önceden gideceği mekanlara çıraklarıyla gönderirdi. Memleket meselelerinin hararetle konuşulup tartışıldığı bu güzide dost mekanlarında önceden hazik elleriyle terbiyelediği Kuşbaşı Kebab etlerini, Urfa ve Adana Kebabları için zırhla çekilmiş etleri ve aşkla hazırlanmış olduğu Patlıcan, Domates ve Soğan Kebab şişlerini huşu ile saplardı. Onun yaptığı kebablar dostlarına şifa olurdu.
O , sırtına geçirdiği Urfa Kürkçü Pazarından aldığı ; usta kürkçülerin diktiği kuzu postundan kürkü ve boynundaki uzun atkısıyla aheste aheste, ihtişamla çıkardı Dede Osman’ın odasının dik merdivenlerinden.
En yakın dostlarının kullandığı ve kendisin de müdavimi olduğu bu oda: Ulu Caminin güneyindeki muhtarın yeri idi. Şehrin merkezinde güzel bir mekan idi yılların eskitemediği bu odaları.
Odayı rahmetli dostum Ömer Saatçı, Mehmet Gerger, Ahmet Demir (Japon Dayı), Şevket Denek, Ömer Öncel, İbrahim Dörtkardeş, Mehmet Fahir Kayacan, Ömer Gayberi, Dr. Münip Görgün, Mehmet Dartar, İzzettin Olgun,Mahmut Kayacan, Sabri Tepe ve Şevki Hafız ( Mehmet Altungöz ) ile Urfa’nın manevi kutuplarından , alim , fazıl ve şecaat sahibi rahmetli Dede Osman hazretleri ile Fuat Ebe, Hasan Dinç, İbrahim İletmiş, Halil Denek ve Niyazi Dikme de hatırladığım kadarıyla odanın demirbaşlarından idiler.
Odaları Dede Osman’nın odası olarak ün salmıştı. Rahmetli Dede Osman’ın varlığı onlara güç verirdi. Nizip’e yerleşen Dede Osman,Nizip’ten her gelişlerinde onların baş konuğu olurdu. O’nu Nizipliler bizden daha çok severlerdi. Nizip Belediye eski Başkanı değerli kardeşim Fevzi Akdoğan’ın babası rahmetli Hacı Kemal , Dede Osman’ı baş tacı ederdi . Dede Osman orada irşat görevini ifa ederdi. Urfa’ya Nizip heyetiyle her odaya misafir geldikleri zaman Niyazi Usta sanatının tüm özelliklerini göstermek için pervane gibi dönerdi . Odanın tüm müdavimleri de Dede Osman’ın gelişiyle bayram ederlerdi. Ne güzel günlerdi o günler?
Odayı gece oturmaya hazırlayan Orhan da arı gibi hızlı ve karınca gibi çalışan bir gençti. O, sobayı yakar, çayı demler ve acı kahveyi de harika pişirirdi . Yemek zamanlarında da yer sofrasını zevkle döşerdi. Dostlarımdan başta Ömer Saatçı olmak üzere beni ; Ankara’dan Urfa’ya her gelişimde mutlaka bu asil ziyafete davet ederlerdi. Ankara’dan Urfa’ya oğlum Necip Fazıl ile gelmiş isem; mutlaka abileri Muhammed Fatih , Mikdad Lamih ile çok değer verdiğim Azrail oğlu ; Kıssalı Hacı Ali Şenses ağabeyim ve Hüseyin Çelik’ i de bu ziyafete götürürdüm. Dostlarımda çok memnun olurlardı bu gelişimize.
Urfa’nın manevi mimarı ,alim ve fazıl insanı Dede Osman hazretleri de bizlerin bu iştirakine çok sevinirlerdi. Onunla aramız çok iyi idi. Beni çok severdi Dede Osman .
Niyazi usta harlanan kocaman mangaldaki kor ateşin üzerinde şişlere dizdiği o kebaplara gönlünü ve sevgisini katarak sanatını konuşturacak bir eylemin içinde olurdu. Kebablar adeta ateşte pişmez ; onun hünerli ustalığıyla gönül ateşinde pişer ve kendilerinden geçerlerdi . Kebabın kokusu Urfa semalarını kaplar ; komşu odalardan da etrafa saçılan kokular biri birine karışır ve yoldan geçen insanları mest ederdi.
Odanın ortasına itina ile serilen sofranın etrafına oturmuş tüm dostlar ; Dayı Niyazi ustanın hazik ellerinden resmedilmiş o güzel nimetleri besmele ile indirirlerdi gövdelerine. Üstüne de buz gibi ayranlar içilirdi tas tas. Ardından da Latif Gökçin’in ; Gökçin Baklavaları Salonundan sipariş edilmiş nar gibi kızarmış peynirli ve fıstıklı kadayıflar da sofraya indi mi diyecek kalmazdı o gece dostlarımın keyiflerine.
Bu keyiften sonra da Dede Osman’ın genizden okuduğu muhteşem gazellerle , ardından peş peşe gelen tek ve hoyratlarla bir musiki şölenine döner ve de üstüne bal gibi sohbetlerle gece birden yarılanırdı. İçilen çay ve mırralarla birlikte peş peşe çekilen Adıyamanın dağ tütününden sarma cığara dumanlarından göz gözü görmez olurdu oda da. Bu güzel gecenin bitmesini istemezdi hiç kimse.
Bu unutulmaz oda da senden önce rahmete kavuşan dostlarımın her birinin ayrı ayrı yeri vardır benim yüreğimde. Hayatta kalan dostlarımdan değerli insan ,aziz dost Fuat Ebe ile Urfa’nın canlı tarihi , insanları soy ağaçları ile en iyi bilenlerden Hasan Dinç’in de ayrı yerleri vardır. Genç kardeşlerimden İbrahim İletmiş ile yılların vefalı insanı Halil Denek ‘ e de uzun ve hayırlı ömürler diliyorum. Onlarda sağolsunlar , var olsunlar . Senelerdir dostluklarımız bakidir onlarla.
Senden önce ahirete göç eden benim ilk Reis vekilim, can kardeşim Mehmet Gerger; iyi bir esnaf, iyi bir siyasetçi idi. Ondan sonra ikinci Reis vekilim, harika insan Hacı Hüseyin Coşkun ağabeyin de ayrı bir yeri vardır benim gönlümde . Onunla ta çocukluğumdan beri bir bağım vardı: Ben daha çaycı çırağı iken ; o da , Hal Pazarında , Hacı Süleyman Gözühoş’un yanında muhasebeci idi. O günden bu yana bilge bir zat ve gün görmüş , umur bilir bir insandı.
Bana: “ Kalem elinde , alem elinde! “ derdi. Ondan sonra üçüncü Reis vekilim ise, sevgili kardeşim, aziz dostum, güleç yüzlü , iyi kalpli , melek sima Ömer Saatçı idi. Ömer ,benim için çok iyi bir dosttu. Cömert biri idi koca yürekli dostunun dostu iyi bir ağa idi. Şevket Denek ise, gönül ehli ve insanların dertlerine koşar ve ortak olmayı seven biri idi. Fedakar ve vefakâr bir insan idi. Japon Ahmet Demir dayı ise, tam bir fenomen siyasetçi, kabadayı ve yiğit bir insan idi. Urfa’nın Kurre insanlarındandı. Mehmet Fahir Kayacan’nın da benim gönlümde ayrı bir yeri vardı siyaset aleminde. O , yüz otuz kiloluk gövdesiyle hizmete severek koşan bir kelebek gibi idi. Unutulmaz bir hafızaya sahip idi. O, Urfa’nın bir isim hafızı idi. Hele Mehmet Dartar ! O, dostluğun kantarı idi. İyi bir mümin ve kılıç gibi dürüst bir insan idi . İbrahim Dörtkardeş ise, gönüllere su serpen bir dosttu. Sözünün sahibi vakur bir dost idi. Sözü toktu İbrahim Dörtkardeş ‘in. Ömer Gayberi ise,ayrı bir kıymet idi odanın. O da tam bir gayıp eri idi. Gönül insanı idi. Sabri Tepe ise, her şeyi ince ince düşünen ve insanlara yardım etmeyi seven biri idi. O, yıllarca siyasette kahrımı çekmişti. Ömer Öncel ise, tam bir hesap adamı idi. Çok genç yaşta gitti öte aleme. Mahmut Kayacan ise, ince ironiyi seven , zevkli , zeki ve temiz yürekli candan bir dost idi. Dr. Münip Görgün ise, odanın gülü ve her şeyi doğrudan doğruya insanların yüzüne söyleyen, hakkı söylemek için yerinde duramayan; doğrucu bir Davut idi. O, iyi bir Hat Üstadı ve bıçak gibi keskin bir akide sahibi ve müstakim bir mümin idi. İzzettin Olgun ise ; kavi bir siyasetçi ve gönlü geniş bir dost idi. Onun kocaman kafası kadar kocaman da bir yüreği vardı. Seçim Sandığı başında kafasını senin için kıracak iyi bir partici idi. O da senden kısa bir zaman önce gitti dönülmez gerçek aleme.
Sıra Şevki Hafıza gelince; onun yeri apayrıdır benim yüreğimde . O, dostları arasında çimento görevi görürdü. Onun sözü kadar, sesi de çok güzeldi. O’nun Kur’an tilaveti sadece Urfa’da değil ; tüm yurtta dillere destan idi. Okuduğu gazellerde de Tenekeci Mahmud’u , Şeyh İbrahim’i, Bozeninoğlu Halil Hafızı ,Dellek Mahmud Hafızı ve Kazancı Bedih usta ve daha nice değerli ustamızı aratmazdı. Siyasette de benim arkamda dağ gibi duran bir ağabeyim idi.
Urfa’nın manevi mimarlarından ; Urfa’nın dışarıdaki yüz akımız, alim ve fazıl zatı , gönül ehli , asrın mutasavvıflarından Dede Osman Efendiye gelince ; o da benim Urfa’daki gönül kalem idi. Onun dürüst ve siyasetteki dik duruşu bir destandı Erbakan hoca nezdinde.
Ve sen , benim çilekeş kardeşim , siyasette hep benimle olan Niyazi Dikme gönüldaşım! Yiğit bir adam idin. Korkusuz bir dost idin. Ağzının tadını bilen her Urfalının en az bir kez uğramışlığı vardır senin mekanına. Ve tatmıştır o lezzetli kebaplarından. Urfa’da kebap sektörünün tohumunu atan eski ustalarının mirasını üstün yeteneğiyle temsil etmiş ve Urfa’yı hakkıyla tanıtan ustalarından olmuştu. Nefesi tıkanırdı son demlerinde. Ama gönlü ve o gözleri hep ileriye bakardı. Beni görünce yüreğinin nasıl çarptığını hep hissederdim.
Rahmetli Hüseyin Baykuş ile kebab yemeğe geldiğimizde bir bakışı vardı ki , o hiç gitmiyor gözlerimin önünden!
Hey gidi günler, hey! Şimdi de onun bu ayrılığı bize çok giran geldi ! Ne edelim ki, kader bu? Bir şey gelmiyordu elden. Her giden bir parça götürüyordu bizden. Bizim de bu fermana boynumuz kıldan ince ! “Her canlı ölümü tadacaktır.”buyrulur ilahi Furkan’da. Bu İlahi emir mucibince sen de içtin ölüm şerbetini ecelin elinden. Güle güle aziz dostum güle güle!
Yetmişbeş yıllık çileli ömrünün vadesi bugün sona erdi. Senin de ömür güneşin bugün söndü. Bizleri mahzun bırakıp gidiyorsun Hakkın divanına. Uğurun açık olsun. Bu ayrılık dostların için acı; ama senin ‘düğün gecen’ dir. Unutma! Bu firaklar , visale ermek içindir. Dostlarımız bir bir gidiyor bu fani alemden beka alemine; geride bizleri yetim bırakarak! Bu yıl kimler gitmedi ki , öte aleme, kimler ?
İstanbul’dan sana muhteşem kebaplarını yesinler diye gönderdiğimiz heyetin başındaki değerli insan, güzel dost, ahlaklı siyasetçi ve iyi bir fikir adamı Mehmet Nuri Gökalp ağabeyimiz de gitti öte aleme. Urfa’ya gelen dostlarımıza ikram ettiğin o güzel kebaplarınla nam saldın onun dilinden İstanbul’un her yerine.
Ben ; bugün candan bir mümin dostumu , dava arkadaşımı , siyaset yoldaşımı ; Urfa ise , etlere hazik elleriyle tad veren ve onları kor ateşte usta bir ressam gibi resmeden lezzetin efendisi , senelerin efsane kebabcısı : Dayı Niyazi Dikme Ustasını da gönderdi öte aleme. Urfa’nın başı sağolsun.
Başta kederli ailene , acılı evlatlarına , onu seven esnaf dostlarınla ; tüm siyasi yoldaşlarına yüce Rabbimden sabırlar diliyorum.
İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciün.