Dil, kültür ve sanat camiası heyecanla karşıladı bu destek ve himayeyi. Böylece özellikle Bakanlıklar ve diğer kamu kuruluşlarının güçlü desteği ile bir yıl boyunca önemli proje ve proğramların icra edilmesinin önü açılmış olacaktır. Bu noktada konuyu biraz açmak istiyorum.
Değerli dostlar, Anadoluyu bizi biz yapan değerlerin mayasını atanlar kimlerdir. Kaynağı nerelerdedir. Bunu bilmeden kendimizi de bilmemiz mümkün değildir. Nerelerde doğmuş, gelişmiş değerlerdir? Bu değerler neler ve kimlerdir?
Zamanı aydınlatan bu değerleri son yüzyılda daha yeni yeni tanıyoruz. İlk bilgileri Ord. Prof. Dr. Köprülüzade Mehmet Fuad’tan duyduk/okuduk. ilk defa o İlk Mutasavvıflar adlı eserinde bahsetti bu zatlardan. Hocalarımız bize ders olarak okuttular; Merhum ve mağfur Prof. Dr. M. Esat Coşan hoca ve Merhume Fevziye Abdullah Tansel hocalar.
Hoca Ahmed Yesevî ve Yunus Emreyi edebiyat tarihine Köprülüzade taşıdı.
İlk mutasavvıflardan; Süleyman Hakim Ata, Şâh İsmâil Safavî Hatayî, Devlet Mehmed Âzâdî ve Mahdumkulu’nun bilgileri geldi.
Tabi Anadolunun manevi fatihi Pir-i Türkistan, Hoca Ahmed Yesevî ile Erenleri ve muakkipleri başta olmak üzere. Belki Anadolu için bir başka Yesevî sayılan Harakani Hazretlerini yeni yeni duyuyor, edebiyat ve maneviyat dünyamız. Edib Ahmet Yükneki, Balasagunlu Yusuf Hashacip, Kaşgarlı Nahmut ve daha bir çok isim biraz da tesadüfen gün yüzüne çıkıyor. Eserleri ile son yüzyılda duyuluyor biliniyorlar.
Necla Pekolcay da bu alanda yol açanlardan. Yeterli mi. Asla. Nitekim son 20-25 yılda, akademik dünyada yetişen çeşitli kademede hocalar, konuyu ele aldılar. İşliyorlar. Kitaplar, makaleler, bildiriler yayınlıyorlar. İşin başı daha.
Hazinenin büyügüne daha yaklaşılamamıştır.
Kim bilir daha ne zatlar ve eserleri çıkacaktır karşımıza.
Taşkent, Buhara ve diğer merkezlerle Maveraünnehir; bir okyanus. Hiç mi hiç bilmiyoruz “Oraları”...
Çağdaş-Yeni ” Bilim, sanat ve edebiyat dünyamız ise ayrı bir alemde. son asrın çağdaş denen, yeni denen bu alem; şiirleri, sanatları, eserleri tartışılan yirmi otuz kişi arasında gidip geliyor. Şeklen de, tema olarak da, muhteva olarak da, kökten kopan, “Garbı” taklitte başarısız olan bu alem taklitten ve acemilikten öteye geçemiyor. Bunlar bilinse ne yazar? Necip Fazıl ile, Mehmet Akif ile, bir derya olan klasik şiir ve edebiyat ile dalga geçen bir türedi kuşak var piyasada. Bir de baronlar. Ne kadimi kabul ediyorlar, ne de kadimi izleyenleri. Aynı zamanda Molla Kasımlar !
Bu sebeple çok iş düşüyor özü tanımak ve tanıtmak isteyenlere.
Kaynağı tanımak ve ondan beslenmek isteyenlere. Beslenecek kaynağı olmayan çaylar, ırmaklar hatta nehirler kurumaya mahkumdur.
Bu sebeple de CUMHURBAŞKANLIĞININ, bu yılın iki konusunu sahiplenmesi, himayesine alması bir şans, bir fırsat olabilir. Yerinde ve doğru değerlendirilirse.
MEB, KTB, GSB, YÖK, STK’lar ve daha başka, ilgili kurum ve kuruluşlar; umut ederiz ki, ciddi bir çalışma yaparak, gayeye varacak adımlar atacaklardır.
Öyle dostlar pazarda görsün anlamında değil.
Kanaatimizce, yeni kuşaklar bu kaynaklardan beslenmezse, ne bu nesiller bizim sayılır, ne de geleceğimiz parlak olur.
Bir hatırlatma parantezi açayım. Harran. Bilim merkezi olmuş asırlarca. Haklarında az veya çok bilgi elde edilmiş yüzlerce BİLİM ADAMI’na ulaşılmış. Yazımızın baş taraflarında temas ettiğimiz merkezlere ilaveten,
bir bağdat, bir İskenderiye, bir Mağrib, bir Endülüs ve niceleri “Bizi” bekliyor. Biz ise BİLİM ADAMI Mİ diyelim, BİLİM İNSANI Mİ diyelim ğarabeti ile uğraşıyoruz.
İşimiz çok. Sorumluluğumuz ağır. Yolumuz uzun. Bekleyenler var.
Bunu kamu gücü/ erki de bütün ciddiyetiyle kabul edecek ki üstesinden gelinsin.
Vesselam.
Hürmet ve muhabbetle.
Mehmet Adil OYMAK