Bugün Ramazanın yirmi beşi. Yarın yirmi altıyı , yirmi yediye bağlayan Kadir Gecesi. Bin aydan daha hayırlı bir gece. Kur’anı Azimin Hira Mağarasında inzal olduğu gece. Yüce Rabbimin kullarına af için rahmetinin sabah aydınlığına kadar devam ettiği gece. Zulmettin nura gark olduğu gece. Allah’ın insanlara ikram ettiği zaman içinde bir zaman müjdesidir. Bir ömür gecesidir. Bu gece bir kader gecesidir. İşte senin de kaderin buna bir gün kala bu yürüyüşe çıkmak düştü. Mehmet Atlı yine erken hareket etti bizden önce ve doru atıyla yürüdü sonsuzluk alemine. Ruhu bu fani dünyadan uçtu yüce ervah alemine.
Allah rahmet etsin.
Mekanın cennet olsun.
Reşit Yardımcı beni aramış her dem olduğu gibi mutlaka bir haberi vardır. Var olsun Reşit Hoca. Hiç bir dostumun vefat haberini atlamaz. Bilir benim dostlarıma karşı vefa duygularımı. Benim bulunduğum yerden telefonum çekmiyormuş. Mesajlarda ulaşılmayan telefonlardan Reşit Yardımcı hocanın beni aradığını gördüm. İçime bir sızı düştü. Anladım bir yıldız daha kaydı gönlümün sarayından. Sevdiğim bir dostum daha göçtü öte aleme. Hemen aradım Reşit Hocayı, aldım ondan bu acı haberi. Onun da üzüntüsü büyüktü. O da severdi böyle doğru dürüst dostları. Onunda meslektaşı idi Mehmet Atlı. Dertleştik Reşit hocayla , hayırla yad ettik rahmetliyi ve oğlu Halil’in telefonunu bana iletti. Atlı Muğla Marmaris’te vefat etmişti. Vasiyeti üzere oraya defnini vasiyet etmiş çocuklarına. Ruh gurbete gelirken sılaya hasret çeker. İşte bugün ruhu sılaya avdet etmiş ve hicretten sılasına dönüş yapmıştı. Evlatları ve sevinlerini hüzün içinde bırakarak Mehmet Atlı göçmüştü . Yolun açık olsun. Kabrin cennet bahçelerinde bir bahçe olsun. Bizden de önden giden tüm dostlarımıza selam söyle. Birgün bizde göçeceğiz bu fani dünyadan geleceğiz adli vatanımıza . Her gelen bir gün gitmek için gelmiştir bu dünyaya. Başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem azabından azat olan bu Ramazan ayında herkese nasip olmaz böyle bir hicret. Sen Rabbimin şanslı kullarındansın . Çünkü gününün çoğu camii kubbesi altında geçiyordu ahir deminde.
Yüce Nebi ölüm için şöyle buyurmuş: “ İnsanoğlunun ağzının dadı kaçıran acı olay.” Evet! İnsanı ürküten bu acı hadise beni ta götürdü çocukluk yıllarıma. Onunla aynı Hal Pazarında geçmişti çocukluğumuzun bir kısmı. Ben çaycı çıraklığı yaparken o da babası Halil amcanın yanına sık sık gelirdi Mevlevihane Hal Pazarına. Onun muhasebede oturduğunu hep görürdüm. Benim elimdeki okuduğum kitaplara merakla bakardı. Bir elimde çay terazisi, diğer elimde ise bir kitap olurdu. Hal pazarı esnafı buna alışmıştı. Kitaplı Çaycıya çıkmıştı bizim adımız. Bazende okuduğum kitapları onunda okuduğu söyler kitap üzerine konuşurduk. Sonra kader bizi aynı idareci kadrosu içinde bir araya getirdi. Ben Yaygın Eğitimde yönetci, o da Örgün Eğitimde idareci oldu. İkimizde milli eğitim müdür yardımcısı olduk. Ancak ben Halk Eğitimi Başkanlık görevini , milli eğitim müdürü yardımcısı görevinden daha çok sevdim.
Halk Eğitimi Başkanlığı Bahçemizde ne güzel günlerimiz geçti onunla. O, fikren dokuz ışıkçı, bense Nur Çeşmesi ile Büyük Doğu Pınarı ve Diriliş kaynaklarından nemalanmış biri idim. Bizler Urfa’ya gönül vermiş bir kadro idik. Gerek Ülkücü öğretmenler ve gerekse Merküreci öğretmenler olsun hepimizin gayesi Mezopotamya’nın bu kadim şehrinde; İbrahimi bir çizgiyi , Muhammedi bir sada ile hayata hakim kılmaktı. Benle sen ayrılmaz iki parça idik. Herkese birer örnek idi bizim dostluğumuz. Milli Eğitim Müdürü Sadık Ödemiş, bu dostluğumuza hep gıpta ile bakardı. Zamir ile Emin Kara da buna hayran olurlardı.
Rahmetli Abdülkadir Subaşı, Salih Beşkardeş, Abdülkadir Hamalı, Sabri Sorguç, Celal Aşar,Şani Eren,Naci Kaysı, Ali Bahçivan, Ali Kaysı, Ferit Hamavioğlu, İbrahim Halil Erbil, Ali İpek, Osman Öncel ve Müslüm Erbil , Ahmet Ural, Ahmet Peltek, Mehmet Kına, Nabi Parlakçı, Reşit Yardımcı,Adil Saraç, Mahmut Karakaş, Müslüm Çiftçi, Mehmet Akıllı, Ali Kazaz, Mehmet Çini, Hikmet Parmaksız, Hasan Çelik,Nejat Ergüven, Ahmet Ayoğlu, Mahmut Kaya, Nihat Kürkçüoğlu ve diğer dostlarımız buna şahittirler.
Hatta Halk Eğitimi Bahçesinde geçen bir günümüzü aldığım notlardan şöyle hatırlıyorum:
“ Başkan İbrahim Halil Çelik daha oturmadan koltuğuna misafirleri göründü bahçe kapısından. Hoş gelişler ve kucaklamalardan sonra oturdular bahçedeki masanın etrafına dizili sandalyelere. Sigara ikram ğedildi ve çaylar geldi peş peşe. Sohbet koyulaştı. Sigara dumanları göğü kaplamıştı adeta o güzelim bahçede. Sanki bir Sultan Hamamının külhanı yanıyor idi bahçede. Altı tiryaki yakmışlardı peş peşe Adıyaman dağ tütününden sarma sigaralarını. Küllüklerde sık sık boşalıyordu , boşalan çay bardaklarıyla birlikte. Hava biraz esintili idi. Güllerin yaprakları sallanıyordu. Açan güllerin kokusu etrafa dağılıyordu. Sanki duman kokusuna tabii bir esans sıkılıyordu kendiliğinden. Dostların manidar sohbeti sanki zikir meclisine döndürmüştü bahçeyi .
Mırra cezvesi , kallavi fincanlarla gözlüklü Mehmed’in ellerinde şiir gibi şakıyordu. Fincanlar aruz bahirleri gibi gazeller okuyor idiler gözlüklünün ellerinde. Temiz bir peşkir atmıştı gözlüklü Mehmet omuzlarına. Cepleri bol, temiz bir önlük bağlamıştı beline. Önce elindeki fincana mırra koydu ve herkesin göreceği bir fırtla içti . Adettir bu içim bizde. Zira bu kahvenin hilesiz , zehirsiz , temiz ve sağlam olduğu beyandadır bu içim. İçtiği fincanı koydu önlüğünün boş cebine. Ve elinde tuttuğu temiz fincanlardan ustaca mırrasını damlatttığı ilk fincanı ikram etti İl Özel İdare Müdürü Mahmut Yaşar Uğur beye. Mahmut Yaşar bey ufak tefek, gür,kıvırcık , kır saçlı, yüz hatları keder çizgileriyle çizik çizik, sert bakışlı dürüstlüğün kitabını yaşayan biri idi. Hadinden fazla titiz , haşin tabiatlı , ateş parçası , kılıç gibi doğru bir bürokrattı. İl Genel Meclisi üyelerinden Hilvanlı Beklr Seymen ağa ve Badıllı Aşireti Reisi Hacı Halil Badıllı beylerle arası çok iyi idi. Urfa’ya gelen Valilere bırak araçları, gereçleri bile zimmetliyecek kadar hassas biri idi. Mahmut bey ,Urfa siyasetini de iyi bilir ve aşiretler arasındaki münasebetleri de okumakta çok mahir biri idi. Senelerin kazandırdığı tecrübe onu bir insan sarrafı yapmıştı. Entellektüel bir idareci idi. O ,aruzla şiir yazma geleneğini Urfa’da devam ettiren vilayet tahrirat katibi Rüknettin Akbaş beyle boy ölçüşen bir şairimizdi. Rüknettin bey öyle kolay kolay çıkmazdı toplum içine , kapalı bir define idi o. Ancak erbabına da açıldı mı o tam açılan bir hazine olurdu . O zaman da sohbetine de doyum olmazdı Rüknettin beyin. Namı diğer “ Paşa” idi Rüknettinin. Bembeyaz yüzlü, kaşları ve saçlarıda doğuştan beyazdı ,gözleri açılmazdı güneşte onun. Albino hastasıydı Rüknettin Akbaş. Mahmut Yaşar beyin tek el ile yoğurduğu çiğköfteyi çok az kimse yapardı Urfa’da. Misafir olduğu evde çiğköfteyi o yoğuracaksa şayet ; isotun anasını ağlatırdı. Tam bir isot düşmanı idi Mahmud Yaşar bey.
Gözlüklü Mehmet ,İkinci fincanı uzattı Milli Eğitim Müdür Yardımcısı , Mehmet Yaşar Atlı beye. Mehmet Yaşar Atlı bey disiplinli, kaidelere riayet eden , işinin erbabı bir eğitimci idi. Sözünün eri iyi bir dosttu. Üçüncü fincanı da uzattı Matematik öğretmeni Mahmut Kaya hocaya. Mahmut hocanın öğrencileri arasında lakabı : “ Tatlı” idi. Tatlı Mahmut Kaya Hoca ! . Gerçekten dünya tatlısı bir dile sahipti Malatya şekerpare kaysısı gibi idi Mahmut hoca. Zira dedeleri Malatyadan Urfa’ya gelip yerleşenlerdendi. Nüktedan mı nükteden idi Mahmut hoca. İlk görüşte insanı samimiyetiyle kuşatırdı. İnsanları kendine ram ederdi.
Felsefe hocası Abdülkadir Subaşı da bir filozof edasıyla aldı dördüncü sırada kallavi fincanı gözlüklü Mehmed’in elinden. .Sanki tüm felsefeyi bu kallavi fincana sığdırıpta içecekti Farabi’den kalma bir tavırla. Harran felsefe ekolünün son temsilcisi gibi ; mırrayı içerken baktı manalı manalı gözlüğünün üstünden hepimize. Yüzünde doğduğu yılda Urfa’da çeçe sineklerinden kalma şark çıbanı (güzellik ) izlerini taşırdı Abdülkadir Kirvem. Bu çıban onun yüzüne vurulmuş bir mühür gibi duruyordu. Pek konuşmaz , ama konuştu mu da pir konuşurdu filozof Abdulkadir Subaşı kirvem!. Öğretmenlikte ; öğrencileriyle çoğu kez kavgalı idi Abdülkadir Subaşı. Notu çok kıt idi. İnanırım Aristo veya ibni Rüşt bile sınava girse dersinden geçecek notu zor alırlardı Abdulkadir Subaşından. Onu İstanbul Üniveritesi ,Edebiyat Fakültesi, Felsefe gece bölümüne Başkan kaydetmişti kendisi de Edebiyat Fakültesinde öğrenciyken. Felsefeye kaydını yaptığına çok üzülür ; acaba yoldan çıkar mı Abdülkadir diye ? . Çok şükür korktuğu olmamıştı Başkanın. Tam tersine O, ibni Rüştün yolunda yürüyeceğine ; Ebu Hanife bin Sabittin yolunda yürüyen bir mücahit olmuştu. Mübarek; münakaşalarda dilini bazen kılıç ve bazende savaş baltası gibi kullanırdı filozof Abdülkadir Subaşı.
Akşam Lisesi Müdürü Mehmet Oymak kahve sırasını beklerken o da göz ucuyla Filozofa bakmıştı haşince. Kim bilir içinden ne geçmişti Oymak’ın ? Takılacaktı belki filozofa.? Ama şimdi yeri değildir diye vazgeçmişti sanki bu işten?. Oymak çalışkan , Urfa için yapılan her şeyde yer almak için can atan biri idi. Onun Urfa folkloründe büyük bir emeği vardı. Beşinci kallavi fincanı da Mehmet Oymak almıştı gözlüklünün elinden. Zivanlı Köyü ağası gibi ; önce fincandaki mırranın üstüne Mecnun’un Leyla’sına yazdığı Aşk Gazelini okur gibi mırrayı fincanında gezdirdi, usta bir ince hareketle ve apardı dumanlı dudaklarının arasından , çekti ve bir fırtta içti. . Burun deliklerinden kahve kokulu dumanlar savruldu gök yüzüne. Sanki duman duman olmuştu Oymak. Bu bir nisbet idi belli ki felsefeci Abdülkadire? Abdülkadir , arkadaşlarımız içinde en yaşlısı idi ve sadece Başkan “ ihtiyar “ diye bilirdi kendisine. Nihat Kürkçüoğlu ile aynı sınıfta okumuşlardı Urfa Lisesinde senelerce. Nihat Kürkçüoğlu, Urfa’nın değil artık Türkiye’ye mal olmuş bir Ressam idi.
Altıncı sırada ise ; İş ve İşçi Bulma Kurumu Müdürü Salih Beşkardeş vardı. O da bir Beykapısı kabadayısı gibi bekliyordu gözlüklü Mehmed’in kallavi fincandaki mırrasını. Salih ; ihtiramla uzatılan kallavi fincanı gözlüklünün elinden aldı ve iki yudumda mırrayı götürdü acıyı bal eyleyerek gövdesine. Salih ; esmer , vakur , ciddi , düşünceli , temiz bir yüze sahip ve giyimine meraklı, şık giyinir ,kibar ve dost canlısı biri idi. Arkadaşlar arasında o seneler önce Başkana hep “Reis “ derdi. Şakaya pek gelmezdi , hemen kızabilirdi Salih Beşkardeş. Bu huyunu tüm dostları bilirdi. Ama her zaman son anda biri ona musallat olur ve mutlaka basılırdı bu bam teline onun. Başlardı bir kavga ki, o zaman değme gitsin keyfimize. Bu kavga her zaman seyre değerdi doğrusu. Hele öğretmen Müslüm Çiftçi , namı diğer “ Cotari “ ile olan ağız dalaşları dillere destandı onların kavgaları tüm Urfa’da. Bugün Cotari yoktu şansına Halk Eğitimi merkezinde. Salih’te onun salvolarından kurtulmuştu böylece.
Sıra Başkana gelince misafirlerinin tüm hüzünleri , dertleri , acıları ve kederleri düşmüştü sanki onun payına. Hem yarın yapacağı konuşmayı düşüne düşüne bir fırtta yudumladı gözlüklü Mehmedin dünden beri , tatlı tatlı uğraşarak hazırlanmış
olduğu ;demlenerek yağlanmış kahveyi , kallavi fincandaki mırrayı, Adıyamanın dağ tütünden kalın sardığı sigarasının dumanının üstüne çekti , çekti içine. Yüzüne sanki kan gelmişti. Bir dağ kalkmıştı bu dumanla mırrayı içince Başkanın omuzlarından. İçi ferahlamıştı birden. İyi ki gelmişlerdi bu can dostları bugün onun yanına. Başkanın tıraşla ortaya çıkmış çehresi de aydınlanmıştı etrafı birden. Sevincine diyecek yoktu Onun.
Mırra içimi Urfa’da kutsal bir ayin gibidir.
Katı kuralları vardır bu merasimin Dede Osman’ın genizden okuduğu gazel ve kasidelerden sonra bu “ Mırra içim ayını “ bir vasiyeti gibidir sevenlerine. Hep rahmetle anılırdı Dede Osman , bu mırra içimlerinde.
Ciğerleri ve zihini bayram etmişti dostlarının bu gelişiyle Başkanın. Keyifli bir sohbet olmuştu bu kadar dostun şeref verdiği Halk Eğitimi bahçesinde. Ağaçların dallarında öten kuşların cıvıltıları,havada uçuşan kelebeklerin raksları ve çiçeklere konan bal arılarının vızıltısı kulaklarına Aceme Şiran makamında bir şarkı gibi geliyordu. Tatlı bir esinti vardı o gün Urfa’nın semalarında Güler ve tomurcuklar sallanıyordu dallarında huşu ile secdeye varırcasına. Güllerin ve hanımeli kokusu saçılıyordu etrafa bu esen tatlı tatlı rüzgarla.” Bunu bir yere not etmişim ben. Bugün senin için yeniden hatırladım.
Sen; beni düne götürdün. Aziz dostum hayat hatıraların toplamıdır. Bizim hayatımız sanki biri birine bağlanmıştı. 12 Eylül Darbeci generalleri bizi sürgün etmişlerdi Urfa’dan başka illere. Ve kader beni bu sürgün üzerine şehre Belediye Reisi yapmıştı. Bizim dostluğumuz hep devam etmişti seninle. Bunu bir film şeridi gibi geçirdim beynimden. Ve yüreğimden kopan bu satırları yazdım senin ardından.
Urfa ;vefakâr, cefakar, mümin bir münevver ilim erbabı muallimini de bugün gönderdi öte aleme. Mehmet Atlı kardeşim kederimiz büyüktür. Ancak sevincimiz ise, ardından bıraktığın o güzel evlatların ve iyi yetişmiş öğrencilerindir. “ Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum!” ilkesi bizim şiarımızdır. Bu ilim meşalesi kıyamete kadar yanacaktır. Ruhun şad olsun.
Başta kederli evlatlarına, değerli aile fertlerine, milli eğitim camiasına ve seni seven öğrencilerinle aziz dostlarına Yüce Rabbimden sabırlar diliyorum. Urfamızın kaybı büyüktür.
İnna lilahi ve inna ileyhi raciün.